deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler

deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler https://playdotjs.com/ bahis siteleri siyahbet giriş blossomtips.com deneme bonusu veren siteler casino siteleri

Sitenin solunda giydirme reklamı denemesidir
Çetin ünsalan
Köşe Yazarı
Çetin ünsalan
 

Verdiğiniz gazı geri alın

Pandeminin hemen öncesinde bir söylem geliştirildi. Çin kapandığına göre karşımıza önemli bir fırsat çıkıyor; ondan tedarik sağlayan ülkeler, kapanmanın da etkisiyle boşa düşecek; yeni Çin biz olalım. Bu söylem zaten yeterince akıl dışıydı. Çünkü ölçek olarak ve maliyet yapış biçimi adına bu noktayla rekabet etmek hem olanaksızdı, hem de akıl dışıydı. Nitekim arkasından bizdeki kapanmalar, en büyük pazar olan Avrupa ve dünyanın genelindeki gümrüklere örülen duvarlar, filmin çok da söylendiği gibi olmadığının ipuçlarını verdi. Ama buna karşılık belli alanlarda zaruri olan ihtiyaçları karşılayacak ülkenin Türkiye olarak dikkat çekmesi bir fırsat doğurdu. O süreçte alabildiğiniz kadar iş alın diyen bizlere dudak bükenler, dünyanın yeni üreticisi olabileceğimizi söyleyenlere inanmayı tercih etti. Hatta anımsayacaksınız, Cumhurbaşkanı Erdoğan bile o an için söylem geliştirip, Çin modeli uygulayacağımızı da dile getirmişti. Elbette kısa süre içinde bu modelin uygulanabilir olmadığı görüldü. Ama elbette ‘pardon’ denilmedi. Denilmediği için ihracatçı birliklerinden mesleki derneklere kadar herkes bu rüzgarla söylemi devam ettirdi. Dünya artık tek bir noktadan tedarik yapmanın sıkıntısını görmüştü, alternatife yönelecekti ve burada da en iyi adres olarak Türkiye ön plana çıkıyordu. Peki biz o süreçte ne anlatıyorduk? Bunun bir fırsat olduğunu, atıl kapasiteleri doldurmak için değerlendirilmesinde yarar bulunduğunu, ama bu sürece güvenerek gereksiz kapasite yatırımları yapmanın, daha sonra şartların normalleşmesi ve iş hacminin dengelenmesiyle birlikte birim maliyetleri arttıracağını ve zor duruma düşüleceğini belirtip uyardık. Şüphesiz o süreçte de kamuoyu işine gelene inanmaya devam etti. Bu tezin üç nedeni vardı. Bunlardan birincisi milyon adetlerde üretim yapan noktalardan doğan açığı binlik adetlerle karşılamanın mümkün olmadığıydı. İkincisi şartlar düzeldiğinde Çin başta olmak üzere bu noktaların devreye girmesiyle alıcının tekrar gözünü buraya çevirmesinin muhtemel olduğu olasılığıydı. Üçüncü gerekçe ise dijitalleşme eğilimiydi. Almanya’nın marka olarak çıkarttığı endüstri 4.0, yaşlı nüfus gerçeğinin de desteklediği argümanlarla karanlık fabrikalara gidecek bir süreci beraberinde getiriyordu. Yani tedarik güvenliği açısından ne yapılacaktı? İşçilik maliyetleri yüksek bu ülkelerde işçiliği azaltacak teknolojiler devreye sokulacak ve konu dengelenecekti. Verimlilik artacağı için de istenen rakamları yaratmak mümkün olacaktı. Sonra bu eğilim dünyanın geneline yayıldı ve süreç halen işliyor. En çok etkilenecek olanların ise bizim de içinde bulunduğumuz emek yoğun ve düşük katma değerle iş yapan ülkeler olduğu, tersine rüzgar için iş gücünün farklılaştırılmasından, dijitalleşmeye uyum sağlamaya kadar bir dizi gerekliliğin kaçınılmaz olduğu gerçeği görmezden gelindi. Dijitalleşme söyleminin içi boşaltılmış halde tartışıldığı bir ortama dönüştük. Ardından göçlerin de etkisiyle örneğin Almanya daha başka hamleler yaptı. Bunun bir süreç olduğu ve emekli maaşlarının ödenmesi gibi ihtiyaçların da iktisaden hesaba katılması gereği önem kazandığından göçmen yasaları revize edildi. Dünyadan nokta atışı nitelikli eleman alımına başlandı. Peki şimdi geldiğimiz noktada tüm bunlar yaşanırken, filmin gerçeğine ilişkin ilk sinyal nereden geliyor? Navlun fiyatlarının gerilemesi, konteyner maliyetlerinin azalmasıyla birlikte Çin ve Hindistan, örneğin bizim ülkemize sıkıntılı rakipler haline dönüşüyor. Örnek mi? Sadece bir açıklama paylaşayım: “Katıldığı bir TV programında İMEAK Deniz Ticaret Odası Meclis Başkanı Başaran Bayrak ihracatta Çin ve Hindistan sorununa dikkat çekti. Bayrak, 40’lık konteynerlerin Çin-Türkiye arası 14 bin dolarlardan 2 bin 700 dolarlara ABD-Çin arasında ise bin 500 dolar civarına düştüğünü söyledi. Bayrak, ‘Şu anda Çin’den Amerika’ya çok hızlı bir ihracat var. Artık Türkiye mesafeden dolayı rekabetçiliğini kaybetmiş durumda. Geçmiş yıllarda, pandemide aşırı yükselen ve satış fiyatlarını etkileyen taşımacılık fiyatları artık yok. Bu da Çin’in ve aynı şekilde Hindistan’ın agresif büyümesine, buradaki pazarları ele geçirmesine neden oluyor. Bu nedenle bizim ihracatımız azalıyor’ diyerek konuyu özetledi.” Bu daha filmin jeneriği ve daha taşlar çok yerinden oynayacak. Demek ki neymiş? Ekonomilerde fırsatlar doğar, bunları akılcı yönetmek yerine, popülizm malzemesi yaparsanız, kurun da etkisiyle firmaları darboğaza sürüklersiniz. Hadi şimdi verdiğiniz gazı geri alın.
Ekleme Tarihi: 30 Ocak 2023 - Pazartesi

Verdiğiniz gazı geri alın

Pandeminin hemen öncesinde bir söylem geliştirildi. Çin kapandığına göre karşımıza önemli bir fırsat çıkıyor; ondan tedarik sağlayan ülkeler, kapanmanın da etkisiyle boşa düşecek; yeni Çin biz olalım.

Bu söylem zaten yeterince akıl dışıydı. Çünkü ölçek olarak ve maliyet yapış biçimi adına bu noktayla rekabet etmek hem olanaksızdı, hem de akıl dışıydı. Nitekim arkasından bizdeki kapanmalar, en büyük pazar olan Avrupa ve dünyanın genelindeki gümrüklere örülen duvarlar, filmin çok da söylendiği gibi olmadığının ipuçlarını verdi.

Ama buna karşılık belli alanlarda zaruri olan ihtiyaçları karşılayacak ülkenin Türkiye olarak dikkat çekmesi bir fırsat doğurdu. O süreçte alabildiğiniz kadar iş alın diyen bizlere dudak bükenler, dünyanın yeni üreticisi olabileceğimizi söyleyenlere inanmayı tercih etti.

Hatta anımsayacaksınız, Cumhurbaşkanı Erdoğan bile o an için söylem geliştirip, Çin modeli uygulayacağımızı da dile getirmişti. Elbette kısa süre içinde bu modelin uygulanabilir olmadığı görüldü. Ama elbette ‘pardon’ denilmedi.

Denilmediği için ihracatçı birliklerinden mesleki derneklere kadar herkes bu rüzgarla söylemi devam ettirdi. Dünya artık tek bir noktadan tedarik yapmanın sıkıntısını görmüştü, alternatife yönelecekti ve burada da en iyi adres olarak Türkiye ön plana çıkıyordu.

Peki biz o süreçte ne anlatıyorduk? Bunun bir fırsat olduğunu, atıl kapasiteleri doldurmak için değerlendirilmesinde yarar bulunduğunu, ama bu sürece güvenerek gereksiz kapasite yatırımları yapmanın, daha sonra şartların normalleşmesi ve iş hacminin dengelenmesiyle birlikte birim maliyetleri arttıracağını ve zor duruma düşüleceğini belirtip uyardık.

Şüphesiz o süreçte de kamuoyu işine gelene inanmaya devam etti. Bu tezin üç nedeni vardı. Bunlardan birincisi milyon adetlerde üretim yapan noktalardan doğan açığı binlik adetlerle karşılamanın mümkün olmadığıydı. İkincisi şartlar düzeldiğinde Çin başta olmak üzere bu noktaların devreye girmesiyle alıcının tekrar gözünü buraya çevirmesinin muhtemel olduğu olasılığıydı.

Üçüncü gerekçe ise dijitalleşme eğilimiydi. Almanya’nın marka olarak çıkarttığı endüstri 4.0, yaşlı nüfus gerçeğinin de desteklediği argümanlarla karanlık fabrikalara gidecek bir süreci beraberinde getiriyordu.

Yani tedarik güvenliği açısından ne yapılacaktı? İşçilik maliyetleri yüksek bu ülkelerde işçiliği azaltacak teknolojiler devreye sokulacak ve konu dengelenecekti. Verimlilik artacağı için de istenen rakamları yaratmak mümkün olacaktı. Sonra bu eğilim dünyanın geneline yayıldı ve süreç halen işliyor.

En çok etkilenecek olanların ise bizim de içinde bulunduğumuz emek yoğun ve düşük katma değerle iş yapan ülkeler olduğu, tersine rüzgar için iş gücünün farklılaştırılmasından, dijitalleşmeye uyum sağlamaya kadar bir dizi gerekliliğin kaçınılmaz olduğu gerçeği görmezden gelindi. Dijitalleşme söyleminin içi boşaltılmış halde tartışıldığı bir ortama dönüştük.

Ardından göçlerin de etkisiyle örneğin Almanya daha başka hamleler yaptı. Bunun bir süreç olduğu ve emekli maaşlarının ödenmesi gibi ihtiyaçların da iktisaden hesaba katılması gereği önem kazandığından göçmen yasaları revize edildi. Dünyadan nokta atışı nitelikli eleman alımına başlandı.

Peki şimdi geldiğimiz noktada tüm bunlar yaşanırken, filmin gerçeğine ilişkin ilk sinyal nereden geliyor? Navlun fiyatlarının gerilemesi, konteyner maliyetlerinin azalmasıyla birlikte Çin ve Hindistan, örneğin bizim ülkemize sıkıntılı rakipler haline dönüşüyor.

Örnek mi? Sadece bir açıklama paylaşayım: “Katıldığı bir TV programında İMEAK Deniz Ticaret Odası Meclis Başkanı Başaran Bayrak ihracatta Çin ve Hindistan sorununa dikkat çekti. Bayrak, 40’lık konteynerlerin Çin-Türkiye arası 14 bin dolarlardan 2 bin 700 dolarlara ABD-Çin arasında ise bin 500 dolar civarına düştüğünü söyledi.

Bayrak, ‘Şu anda Çin’den Amerika’ya çok hızlı bir ihracat var. Artık Türkiye mesafeden dolayı rekabetçiliğini kaybetmiş durumda. Geçmiş yıllarda, pandemide aşırı yükselen ve satış fiyatlarını etkileyen taşımacılık fiyatları artık yok. Bu da Çin’in ve aynı şekilde Hindistan’ın agresif büyümesine, buradaki pazarları ele geçirmesine neden oluyor. Bu nedenle bizim ihracatımız azalıyor’ diyerek konuyu özetledi.”

Bu daha filmin jeneriği ve daha taşlar çok yerinden oynayacak. Demek ki neymiş? Ekonomilerde fırsatlar doğar, bunları akılcı yönetmek yerine, popülizm malzemesi yaparsanız, kurun da etkisiyle firmaları darboğaza sürüklersiniz. Hadi şimdi verdiğiniz gazı geri alın.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve gaziantepgapgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.