Ne yaşantım da ne de mesleki konumumda kimselerin ne günahı ne de sevabı bizi bağlamaz düşüncesini hep uygularım…
Gazetecililikte gördüğümüz olumlu bir tablo üzerine güzel duygularımızı dile getirir, kişi ya da şahısların bu güzelliklerini biz de yazıp kamuoyuna yansıtırız. Ama adam nasıl olsa beni çok güzel yazdılar bende on dönüm bostan yan gel yat Osman yapayım derse, ya da nasıl olsa çok iyi biri olduğunu yazdıklarımız tam tersini yaparlarsa bu bizi hiç bağlamaz…
Yaşantım süresince benim icat ettiğim bir söz vardır. İnsanoğlu 24 saatte tövbekar da olabilir günahkarda. Bu da onun kişisel sorunudur…
Zamanla karşılaşıyoruz. Hakkında olumsuz görüşlerimizi belirttiğimiz bazılarının çok iyi oldukları hatırlatılıp ‘’ya kardeşim adam iyi biri niye böyle yazdın?’’ denildiği de olur. Ya da ‘’ya kardeşim adamın ele alınır yanı yok niye övdünüz?’’ derler. Ben bu konuya şöyle bir açıklık getireyim. Şöyle ki, insanların kaderini biz yazmıyoruz. Önce nasıl sonra nasıl olacaklarını bilme şansımız yoktur. Biz karşımıza çıktıkları durumlarını biliriz. Eğer işini seven ve de karşısındakine insan gibi muamele ediyorsa bu bize yeter. Bizim için insanlık tarafı geçerlidir. Yaptığı bazı hatalar bizi zerre kadar ilgilendirmez…
Bu yazıyı çok öncelerden yazmayı düşünüyordum ama kısmet bugüne imiş. Şunu anlatmak istiyoruz. Kişilerin iç yüzünü bilemediğimizden gördüğümüz ve anladığımız yönünü yazarız. Yani bize insan tarafı ağır basar. Bu nedenle iyinin de kötünün de topluma yansıtılmasında üstlendiğimiz görev tamamen doğaldır. Hiç kimselerin yanlış anlamalarına meydan vermek istemiyoruz…